Monday, November 22, 2010

Monday, November 1, 2010

Movember

Kanser bilinclendirme aylarindan en mesgul olani icerisine bugun girdik. Her 6 erkekten birinde rastlanan prostat kanseri icin duzenlenen ve dunyaca yaygin olan "Movember" etkinligine Ryerson Universitesi MBA ogrencileri olarak katilmaktan ve bir ay boyunca herkesin goz zevkini bozacagimizdan dolayi gurur yukluyuz.


Sadece prostat degil, her kanser farkindaligi gerektirir, hepsi guclu bunyeleri test eder, sonunda pozitif olan, yasama ve savasma istegini koruyan bu hastaligi yenerek cevresine ilham olmaya devam eder. 

Hayatimdaki butun ilhamlara...


Omnia vincit amor.



Saturday, October 30, 2010

Yarin Halloween, gec yatin cocuklar...

Dun, yani 29 Ekim Cuma gunu, oglen 3te okulun yarisi sarhos olmustu bile. Bir haftadir kicimizin ustunde oturamadigimiz okulun en buyuk etkinligi "Integrative week" dun oglen 1'de sona erdi. Haftanin basinda verdikleri case'yi 4 gun icerisinde analizleriyle raporuyla sunumuyla tamamlayip Cuma sabahi da juri onunde sunumunu yaptiktan sonra kazanani acikladiklari bir etkinlik bu. Saskinim, birinci olduk. Bulent baskaaan...

Neyse okulca bir yemek, hocalarin feedbackleri, kazanin aciklanmasi, gotumuzun tavan yapmasi derken, saat 2'de 40-50 kisi bara gectik. Ulan herkes gaz, siradaki shotlar benden, yok hayir benden, nedendir bilinmez hicbir siradaki shot "benden" olmadi. Valla ne yalan soyleyeyim, aklimda kareler var ama nasil ve neden okula geri donduk, arada ne yedik, sonra ben ne ara Ramy'le bulustum Alkas'in evine gittim, oralar muallak. Alkas'in sevgilisi Anna'nin dogum gununu kutladiktan sonra yatagimi aserirken, Murat'in evini toplamasina yardimci olma adi altina kucuk bir iskence seansi daha basladi bana. En son saat 1 bucukta ustumde takim elbiseyle yere oturmus elimde alyen (degil lan elyin!) koltuk sokuyordum. Neyse bir sekilde evime ulastim...


Asil eglence sabah basladi!!! Canim teyzem, biricik teyzem, dun dollar store'a gidip sahte bocekler almis! Ulan dilim damagim kurudu, betim benzim atti, kicim basim oynadi, ne yapacagimi sasirdim, bir de yigitlige bok surdurmemek lazim, bocek sonucta, "bahce bocegi" der babam herseye, nasil bir bahceyse artik bu...Hale bak, kucuk de degil ki anasini sattigim!!..


Sonrasinda elbette itinayla bokunu cikardik, evde birbirimizin ustune atiyoruz, sominenin ustune yapistiriyoruz derken buyuklere karsi bagisiklik kazandik ve bunu farkeden teyzem ikiye bolup mouse'umun altina koymus!! Artik en son klozetten falan cikmasini bekliyorum, yasasin Halloween!!

Monday, October 25, 2010

The only living boy in New York (pt.1)


Baslamadan once, Cerenim ve Denizcanim; kalbim, aklim, pozitif enerjim, herseyim ile yaninizdayim, guzel haberlerinizi en kisa zamanda bekliyorum. Cok buyuk gecmis olsun, guclu olun, ailece birlik olun, guleryuzunuzle ve sevgi sozlerinizle iyilestirin birbirinizi. Sen annenin biricik kizisin, seni mutlu gormek onu cok daha mutlu edecektir, benim icin de elini tut, benim icin de gecmis olsun dile.


/*Babam hep der, "La familia es primera" diye, ne guzel laf...*/

Biliyorsun, birkac haftadir pek memnun degilim gidisattan; odevler, sikintilar, sorunlar derken Emrah'in kuzeni Asli aradi Toronto'dayim dedi, guzel bir soluk oldu bana, gerci kafasini sisirdim, ozlemisim Turkceyi, alciya aldim resmen kizcagizi. Neyse, aklimin kosesinde pazar gunune yetistirmem gereken 5er sayfalik raporlar varken, Murat, Mustafa ve Oner cikageldiler yanimiza. Toronto onceden dedigim gibi pahali oldugundan, isler biraz tersine isliyor; bara sarhos geliyorsun cikarken ayilmis oluyorsun. Sacmasapan bilardomuzu oynadik, muhabbet ediyoruz, ama kelime yok aklimda, 3 gun gecti uzerinden hala kendimizi nasil gecenin 2'sinde Murat'in arabasinda New York'a giderken buldugumuzu hatirlayabilen yok. 

Aralik'ta ev arkadasi olacak olan bu 3lu (Ramy, Murat ve nacizane bendeniz), kendimizi arabada bulduk. Ramy en akillimiz, "ben vitesli araba kullanmayi bilmem" dedi ve 10 saat boyunca son sozleri oydu. En son bir ara Niagara Falls'un citlerinin ustunden atlatmaya calisiyorduk herifi. Onu da beceremedi. 
Plansizliktan kiriliyorduk, yanimizda ne telefon var, ne para var, ne onemli kisilerin telefonu var, kalicak yer yok, bulusacak insan yok, falan filan. Bir sekilde hepsi yerli yerine oturdu ama, sirayla tabi.
Oglen New Jersey manzarasi karsiladi bizi, kirik dokuk binalari ve ucuz hotelleriyle, bir an cekici gelmedi degil. Manhattan'a devam ettik, Central Park'in yanina arabayi parkettik. Seinfeld'deki restoranda kahvaltimizi ettik. Metroya atlayip Times Sq. civarinda Ramy'in annesinin cok sevdigi Juan Valdez Coffee isimli yeri aramaya basladik, ama ogrendik ki, batmislar. Etrafta amacsizca yurumuye basladik, tabi bu arada hala kalicak yerimiz yok. Bir ara kendimizi Rockafeller centerin icinde bulduk, disarida yerlerde yatan insanlara anlam vermeye calisirken, Ramy ve kizin biri arasinda gecen zeka skalasi, abakus ile iPad arasinda, cakil tasina esdeger konusmayi aktariyorum:

-Hey, what r u girls waiting for?
-SNL (Saturday Night Live)(Onemli ayrinti: gunlerden cuma)
-Is it tomorrow?
-!@#$%?
-What! Maybe they're taping it before!
-Saturday Night Live!!
-Did you know, we're from Canada?

Ha sonra Rubick kupumuz Ramy, Kramer edasiyla "I know a guy, I know a guy" diyerek zorla bizi Chinatown'a surukledi. Kendimizi sahte Rolex ve Omega bakarken bulduk. Saat 9 oldugu icin heryer kapatiyordu, almadik saat maat. Gelmisken pizza yiyelim dedik Little Italy'e gecip, heralde en igrenc pizzaciyi bulmayi becerdik. Dur ya arada Starbucks'ta masada uyudugumuz yarim saati soylemeyi unuttum. Ama yemekten sonra canlar biraz daha bizim icin caldi, East Village ve Lower East Side'i kesfettik! Asil hedef gencleri Nublu'ya goturmekti, sonra dedim kim siker nubluyu, buldugumuz barlara sirayla girmeye basladik, hatta bir tanesinde kirmizi kadife dev bir perde vardi, acip iceri bir geciyorsun sanki Cumhuriyet balosuna gelmissin gibi avizeli samdanli yepyeni bir bolum yapmislar, Dredg benzeri bir grup caliyordu hatta, yalniz sonradan farkettim ki, izledigim butun canli gruplar Dredg benzeri caliyorlar, isin tadi biraz kacti. Bu arada Murat kalicak bir yer ayarladi bize, son bir cluba gittik, arada pizzaciya girmisiz, Murat pizza yurutmus mekandan, onlar bende biraz bulanik. Sabah 5te Pete diye ve aynen yukaridaki resimdekine benzeyen bir herifin evinde kaldik. 

Sabah uyandigimizda bizi "hadi kahvaltiya gidiyoruz" diye kandirip, bir yerlere yuruttu, iste geldik burdayiz dediginde dun gece en son geldigimiz cluba getirdigini gorduk. Sanat etkinligi varmis, butun lower east side'da canli muzik oluyormus. Oglen 12de bos mideye 3er tane bedava bira icince neden gunun en onemli ogunu dediklerini anladik.

Eveet saatler 2yi gosterirken, 5 saat araba kullanmis ve Toronto'ya gelir gelmez sayfalarca odev yapmis ve de yarin sabah 7de kalmasi gereken biri icin fazla uyanik kaldigimi farkediyorum. Arkasi yarin diyerek sozlerimi virgulluyorum, hepinize sendromsuz bir pazartesi diliyorum.

PS. Commentlerime dadanan canim arkadasim, sana ders zamani ders, oyun zamani oyun diyorum, bana Nazilli'de cay ocagi actirtma, dadanmalarin icin eskiden oldugu gibi cep telefonumu veya feysburkumu kullanabilirsin. Hayir askerlik de bitti, is de buldun, napicaz be oglum biz seni?

PS.2 Isvec'te donan kardeslerime, Almanya'daki gurbetcilerimize, Ingiltere'deki guzel temsilcilerimize selam olsun diyorum, programimi yurttan sesler oda orkestrasi ile bitiriyorum.

PS.3 mu XBox 360 mi?


Thursday, October 21, 2010

Intuit, Survive | Adapt, Maintain | Learn, Thrive | Levitate, Enjoy!

Toronto'da ikinci ayimi devirmek uzereyim, simdiye kadar sehir ve ulke hakkinda bir suru cikarimim oldu, bunlarin bazilarini burada paylastim, bazilarini da konustugumuz zamanlar anlattim. Bir kismini yasayarak ogrendim, bir kismi icin etrafi gozlemledim, konusanlari dinledim. Yeri geldi sadece kalabaligi takip ettim, yeri geldi kelime anlamadigim esprilere guldum, yaptim bunlari. Ha bunun icin farkli bir ulkede olmaya zaten gerek yok. Elbette, cevrendekiler degisince algilarin aciliyor, sonucta yasamayi ogrenmen lazim degil mi? Ne olursa olsun...

Yeni bir maceraya atilmadan once, mantikli olan sey plan yapmaktir degil mi? Hic de sevmem, daha ziyade adapte olmayi tercih ederim bilirsin. Bir kez birini takip edersin, sonraki sefere sen takip edilirsin, yeni yola gerek yoktur, zaten bildigin bir yol var haksiz miyim?

Peki ya, bir gun metro bozuldu, ne yapacaksin? Zorunluluk nasil da ogretiyor yeni metodlari, optimize oluyorsun yavas yavas, yarim kalanlar batmaya basliyor, rahatsin artik, paletle yurumeyi ogrendin ya, illa kosarak girmen gerek suya. Hadi onu da yaptin.

Ne guzeldir yoldaki imgeler, yeterince uzun yurursen degisime tanik olabilirsin. Bakman lazim elbette, anneannem hep der; "Ah ne guzel manolyalar acmis", veya "Mine bak ne guzel begonvil" vs. O soyleyene kadar o cicek orada bile degil benim icin, belki cicegin bahcesine ait apartmandaki kirayi dusunuyorumdur, belki de aksam votka-elma mi alsam, yoksa arabayi alip icmesem mi gibi Ockham'in usturasi kivamindaki sorulara cevap ariyorumdur. Alya elinde "anne bak bayrak yapragi" diye 3lu akcaagac yapragi getirdiginde, iki aydir yasadigim, oncesinde de bircok kez geldigim ulkenin bayraginda bu yapraktan oldugunu farkediyorum. Ve bu yol her gun yurudugum yol. Fotograf ceken insanlari gorup anlam veremiyordum, sonradan dusundum, ulkemde ay yildiz yanyana geldigi an altinyolda arabalasindan inip gozu yasli fotograf ceken adami hatirladim. Bakmak lazim, gormek lazim. Farkindalik bir sonraki asama olsa gerek, neden olmasin, artik Unagi'ye eristin, simdi firsat kolla, en dogal hakkin.

Yuzdun, yuzdun, yunuslara bindin, baliklari Nemo'ya veya Dora'ya benzettin. Anlamsiz oldugu halde, etrafta kimse yokken bile dalip kum cikardin, guneste parlakligini gorunce elini suya daldirdin, kumun akip gidisini izlemek icin. Palet mi? Ne gerek var, Waterworld'un Kevin Costner'isin artik sen.

Eninde sonunda, kiyiya varacaksin degil mi? Keske hep yuzsek, -ki ben suyu sevmem, metafor secimimi degistirmek icin de gec sanirim. Ucsak daha iyi olurdu, onu severim bak, ama paletle uculmaz, hmm, sana dedim ama, plan yapmayi pek sevmem diye. 

Ozet gec pic: Farkindasin degil mi, hepsi odev yapmamak icin...


Ayrica Turkiye'nin 4 bir yanindan katilimlar var farketmedim sanma, referandum gibiyim, sahil seridini kaplamisim..



Wednesday, October 20, 2010

Pencils down..

Gecen hafta okulda gecirdigim geceden sonra "iliskimiz nereye gidiyor?" sorusunu sordum. Okula "bence acele ediyoruz arkadasken hersey daha iyiydi" dedikten sonra yaptigim kucuk bir planlamanin ardindan haftaya cuma (29 ekim) goreceli olarak rahatlayacagimi hesapladim. 

Zaten eger oyle olmazsa, ikinci donem harcimi yatirmayip cok net Kanada turuna cikabilirim. 

Bu haftayi ozet gecmem gerekirse -ki bence pek gerekmiyor....

Eskilerden guzel bir arkadasima kadeh kaldirdim bu hafta, Serkan Unalan'a...Ama millet catir catir evleniyor arkadas demekten de kendimi alamiyorum hani. Mutluluklar diliyorum.

Tuborg bira buldum, cok sevindim, hem de uzerinde "Izmir'de siselenmistir" yaziyordu, icim bir ciz ediverdi. Sonra actim ictim.

Bist du Blind Vormund?

Resimden de anlayacagin uzere, bir konserde daha birlikteyiz ve bu seferki, Roger Waters gibi 500 promil etkisi yapmayacak olsa da, kesinlikle butce dostu oldugu gercegi yadsinamaz.

Kanada'da ilk sinavima girdim. Izlenimlerim; yok efendim A B C D grup yapalim ogrenci birbirine bakmasin, herkesi ayri ayri oturtalim falan, yalan onlar, 30 santim yanimda Jason ve Krystina ile gayet kooperatif bir sinav gecirdik. Dokuz Eylul'de yuzune bakmadigim fotokopi "Fundamentals of Corporate Finance" kitabina 158 dolar vermem de cabasi. Yeni bir Gordon Gekko mu doguyor?

Simdilik benden bu kadar olsun, sozlerimi ablamin icli kofte kivamindaki ozlu sozu ile bitirmek istiyorum: "Egitimde ter dokmeyen, savasta kan doker"

Hadi bi dusun, ben geliyorum..

Wednesday, October 13, 2010

Sizlere mekanimi tanitiyorum... -Ercik


Saat 1.AM...Az sonra evime donmemi saglayacak olan son metroyu da kaciracagim ve resmen okulda kalmam gerekecek. 6 senelik universite hayatimda evet, daha once okulda kaldim, ama genelde yapmam gereken isleri yapmak yerine etrafimdaki insanlari da sabote edip is yapmamalarini saglayarak kendi vicdanimi rahatlattigim geceler olmustu bunlar. Simdi konsept biraz daha farkli; alışmamış götte don durmuyor arkadaş. Ben ki hayatini Google'dan copy paste ile kazanan biriyken, ne guzelmis o gunler.
Gormekte oldugunuz gibi, kendi notburkum, yuksek bir bas ozelligine sahip ve playstation 3 oyunlarini...eeeh be. Genelde zamanimin cogunu burada geciriyorum, ha nasil geciriyorum, hep ders calisarak mi, yemezler. Mac ve dizilerimi izliyorum, gerekirse ayagimi uzatip uyuyorum, arada sirada odev yapiyorum. Masam en dipte oldugu icin, hem telefonum cekmiyor hem de isiklar fotoselli oldugu icin 20 dakikada bir kalkip el sallamam, sandalye firlatmam, ceketimi atmam, attigim ceketi geri almam, ve hayalgucumun yettigi turevleriyle isiklari geri yakmam gerekiyor.

Sistem su; 20 dolar veriyorsun ve dolabini acan bir anahtar aliyorsun, seneye agustosta anahtarini teslim ederken 10 dolar geri aliyorsun. Bir masayi 3 kisiye kiraliyorlar o yuzden denk gelmemen lazim. Simdiye kadar masamda buldugum bir adet portakal suyu ve sac kivirma maşası disinda bir hayat belirtisine rastlamadim, onun icin rahatca yayilmis durumdayim. Zaten millet evi bellemis durumda burayi, kiyafetler, ayakkabilar, cantalar, dallar, biseyler...

Arkada Word'un acik durduguna bakma, altta House izliyorum aslinda. Hayir, az sonra bunu yazmayi da bitirince oyalanacak hicbirsey kalmayacak...ulan bari biri online olsa.